Monday, October 26, 2009

YUNUS IBN METTA (ZAMANIN OGLU INSAN)

(Tarihe, İnanca ve Bilime Saygısı olanlar için)


Kitab-ı Mukaddes’in Arapça tercümesinde ”Yunus” kelimesinin “Yunan” olarak tercüme edildiğini görmüştüm. Ve Sami dillerde “Metta” kelimesinin de, zaman demek olduğunu, daha küçüklüğümde öğrenmiştim. Sonra, Yunan tarihinde, bilgelikten ve medeniyetten dolayı Yunanların kendilerine Yunan (insan) dediklerini ve başkalarına barbar (vahşi) söylediklerini okumuştum. Bir balık türüne de Yunus Balığı denmesinin, onun evcil ve ünsiyetli bir tür olmasındandır.

Daha evvel de B. Said Nursi’den Yunus kıssasından maksat, insan türü olduğunu, Yunus kıssasında anlatılan bütün detayların aslında insan türünü ilgilendirdiğini okumuştum.

Sonra İncil ve Tevrat üzere yazdığım iki kitaptan birkaç sene sonra, kıssalarla ilgili çalışmamı topladığımda Yunus’un gerçekten insanoğlu demek olduğunu anladım. Şöyle ki:

1) Metta Oğlu Yunus… Bilindiği gibi, insan zaman oğludur. Yani zaman içinde en çok gelişen, evrimleşen, soyut değerleri öğrenen bir varlıktır. Fakat evrim sürecindeki, alt hayvani birikimler ( nefis ), adeta bir yılan, bir canavar balık olarak onu yutuyor, onu soyut ve sonsuz gelişmesinden alıkoyuyor.

O ise, bedenin ve maddi yapılanmanın hiç hükmünde olduğunu bilince; sonsuz Allah’tan başka kurtarıcı bir merciin kalmadığını öğrenince, daha önceki kusurlarını, eksiklik ve zulmünü ( dengesizliğini ) dile getirir, kusurların, sonsuz Allah’ta değil de sistemin sınırlılığından kaynaklandığını anlar ve şöyle dua eder:

“ Ya Rabb, Seni bütün kusurlardan tenzih ederim. Ben dengesizlikle kendime zulmettim. Senden başka kurtarıcının olmadığını anladım, sonsuzluğu kavradım.”

2) Bunun üzerine, balık onu geri kusar. Haliyle O, bu arada epey sıkıntı çeker. Denizin ( sosyal hayat ) dalgaları onu açık ve aydınlık bir çöle atar. ( O da soyut ve manevi değerlerin kıymetini anlar. )

3) Üzerine de asma kabak ağacı (yani çok bilinç içeren ve çok besleyici olan ekolojik sistem) dikilir.

4) Yunus, daha önce Ninova’nın ( yeni ve kalabalık bir şehrin ) kurtarılması için görev alır. Fakat bu kutsal ve bilince dayalı görevi kabul etmeyip kaçtığından kapasitesi sınırlı olan bir gemiye (sosyal ve fırtınalı bir işe) girer. Oranın sıkıcı hayat şartlarından dolayı da, sosyal hayat denizinde, evrimin en alt kademesini temsil eden canavar bir balığın karnına yutulur.

5) İslam kültüründe “ Yunus İbn Metta ” ( zamanın oğlu ) olarak anılır. Tevrat’ta ise Amuttayin oğlu ( belirleyici ve görevi aldığı yılın oğlu ) olarak geçer.

6) Deniz ve gemide çıkan, dağdağa ve fırtınanın sebebi, Yunus’un, Peygamberlik ( soyut ve manevi işleri icra ) görevini kabul etmediğinden dolayı, denize atılıp boğulma kurasının ona çıkmasıdır. Evet, Tabiat dünyasında bütün suçlar, bütün eksiklikler, bütün manevi ve çevre tahribatları insanoğlu yüzünden oluyor. Ve O, gerçekten de sorumlu oluyor. Çünkü varlıklar içinde soyut değerleri ve sonsuzluğu bilebilecek tek tür insanoğludur.

7) Ninova, etimolojik olarak, yeni ve gelişmiş şehir demektir. Yunus ise oraya gitmeyi - ki emir almıştı - değil de, ekşi ve kokuşmuş manasına gelen Tarşiş’a gitmeyi tercih ediyor. İşte size suç!

8) Gerek Tevrat’ın ifadesine göre ve gerek İslam geleneğinin anlatmasına göre Yunus, balığın karnında sıkışmış iken, Allah’ın sonsuz yüceliğini tam anladı. Hatta hadisin ifadesine ve Tevrat Yunus Kitabının 2. babının 7. ayetine göre; O Allah’ın Ehadiyetini ( Allah’ın onun karşısında görünüp onunla konuştuğunu ) gördü. Hadisin metni şöyledir:

”Miraç Miraçtır. Ben Allah’ı Arş’ta gördüm. Yunus İbn Metta Onu balığın karnında gördü. ( Yani Allah zaman ve mekândan münezzeh olduğundan, miracın çeşitleri arasında fark yok .) ”

Tevrat’ın metni de şöyledir: “ İçimde canım bayılınca Rabbi andım. ” Evet, insanın (üst bilincini temsil eden dış duyular kapanınca, beynin sonsuz bilinç katmanları içinde Allah ve sonsuzluk görülür.)

9) Gerek Yunus suresi’nde ve gerek iki sayfalık Tevrat metninde açıkça bildiriliyor ki, Yunus kurtulduktan sonra, Ninova’ya gitti. Şehir 3 günlük yol kadar geniş idi. Ve daha Yunus, bir günlük tebliğini bitirmemişken, şehir imana geldi ve mukadder olan bela giderilmiş oldu. Evet, medeni insanlar, az bir öğreti ve eğitim ile kurtulabilirler. Buna mukabil Firavun ve diğer materyalist milletler ise tamamen battılar.

10) Ninova, Halkı ve kralları, çul sarılıp külde oturdular, insan hayvan her canlı bir müddet oruç tuttular. Böylelikle o mukadder olan bela onlardan geri çevrildi.” Çul sarılıp, külde oturmak ” tevazu ve alçak gönüllülüğün ifadesidir. Tevrat’ta ve İncil’de beş on yerde geçiyor. Oruç ise, tüketimin tahribatını önlüyor.

11) Evet insanlığın yeni medeniyeti olan Şeriat, Ticaret ve soyut değerlerin hâkimiyeti üç bin senedir var. Ve her dönemde, güzellikler kadar kötülükler de var olmuştur. Haliyle serbest olan, Allah’ın emrine karşı dahi gelebilen insanoğlu, bunun hikmetini her zaman bilemez. İşte Yunus bu manzaraya karşı ikide bir öfkeleniyor. Başta görevi almadı… Sonra, kendisi şehri bitirmeden bela geri kalmış oldu. O ise bu duruma kızdı; istiyordu ki, bela hemen gelsin. Allah ise, ona şöyle dedi:

” Af etmek cezalandırmaktan daha iyidir. Ve ben bunları yaratmışım. Burası imtihan ve kevn u fesad âlemidir. Bak dün gece senin üzerine yarattığım besleyici asma ağacını bugün kurtlar yedi. Sen sen ol, sabırlı ol, sonsuzu ve imtihanı ve gelişmeyi bil. ”


Eyüp Peygamber


Tevrat’ın izahına göre, Eyüp, hemen hemen bütün belaları yaşadı. Onun karşısına o günün üç vaizi çıkar. Belaların, kötülüklerin nisbi olduğunu anlatırlar. Fakat o hayır! Bela, beladır, şer diye bir realite vardır. İş teselli ile tedavi edilmez. “ İşin gerçeği kötülüğün de, musibetin de bir realite olduğunu kabul edip aynen onu yaşamaktır.” diyor. Ve sonunda kendisi haklı çıkıyor.

İşte O, bu sonsuz realiteyi gördüğünden sonsuzluk denklemi içinde sabredip kaldığından, bütün hastalıkları ve belaları iyileşir. O da eski mutlu haline döner.

Fakat O, o kadar, maddi şeylerin zararını gördü ki maddeyi temsil eden hanımını kırk kırbaçla vuracağına yemin etmişti.

Bunun üzerine Sad suresi’nin anlattığı gibi Allah Ona şöyle buyuruyor: “ Sen sonsuzluğun mahiyetini bildiğinden ve bu durumda maddi yapıların bir zararı olmayacağından sen bu yemini, sadece şeklen yerine getir; gerçekten uygulama. Hanımını al, ayağını (maddi gücünü) yere vur. Yıkanmaya ve içmeye tamamıyla elverişli bir su çıkacak, ” dedi.

Su, şeffafiyeti ve akışkanlığıyla ilmi ve manevi değerleri temsil ettiği gibi; maddesiyle ve birikmesiyle de, maddi hayatı ve sosyal hayatı temsil ediyor.

İşte görüldüğü gibi, Kutsal kitapların anlattığı peygamberler, belirli tarihi şahsiyetler olmaktan öte, insanlığın bütün dönemlerini temsil eden, birer modeldirler; birer kolektif bilinçler ve metafizik arketipdirler.

Ve bu gerçekleri bilmeyen, Muazzez İlmiye Çığ, çıkıp, bunlara hurafe diyebiliyor. Bu sonsuz değerleri karalayabiliyor.


Davut ve Süleyman Hakkında

( Dört Ayetin Beş Nüktesi ( Enbiya 79–82 )


“ Davud (din devleti) ve Süleyman (barış, silm ve denge devleti), ürün ve kültür hakkında hükümlerini verdikleri zaman’ı yaşa, an! Hani halkların sürüleri, o ürün ve ekinleri darmadağın ettiğinde…


Biz, sonsuz bilinç ve sonsuz sistem olarak onların hüküm ve yargılamalarını görüyorduk.”


“ Davud tam anlamadı. Biz o işin nasıl kurtulacağını Süleyman’a anlattık. Her ne kadar her birisine yönetim ve bilgi vermişsek de…


Davud ile beraber, bütün dağları (dünya devletlerini) musahhar ettik. Boyun eğdirdik. Onunla beraber, dünyayı, kirlerden günahlardan, zulümden paklıyorlardı.


Uçuş Sanayisini de musahhar ettik. (Onlar da güvenlik ve temizlik işinde çalışıyorlardı.) Biz işi gerçek olarak yapıyorduk.”


“ Ve Davud’a zırh sanayisini de öğrettik ki, siz insanları, diğer insanların saldırısından korusun. Acaba şükrediyor musunuz? ”


“ Süleyman’a da, rüzgârları ve bulutları boyun eğdirdik. Onun yönetimiyle o rüzgârlar, ekilebilecek topraklara akıyordu. Biz her şeyi (bütün imkânları) biliyorduk. ”


Şeytanlardan da Onun için dalgıçlık yapanlar ve başka işleri de becerenleri ona verdik. Biz onları koruyorduk. ”


Bu Dört Ayetten Beş önemli Prensip Çıkıyor


Toplum sürülerini, dinin kutsal değerleri ile refah ile yönlendirmek. Fakat Süleyman’ın refahı Davud’un kutsal değerlerinden daha iyi düzenleyici olmuştur.

Başta aile ve çevre olmak üzere, doğal ve sosyal bütün alanları temiz tutmak. Ayrıca işleri sürekli olarak yapmak.

Savunma ve korunma sanayisini ve uçuş sanayisini elinde tutmak. İnsanları memnun etmek.


Ve doğal gıda sektörünü mucizevî bir şekilde yönlendirmek. Bilgi ve bilinci bu yönde kullanmak.


Kötü ve negatif insanları başta istihbarat olmak üzere değişik işlerde çalıştırmak. Düzeni sağlamak ve bu istihbarat bilgilerini hıfz etmek (korumak)…

Kitaplarımın çoğunda, onlarca karine ve metin dizaynı ile anladık ki; Davud ve Süleyman’dan maksat, yukarıda anlattığımız gibi, din devleti ve denge saltanatı demektir. Ve bu da ancak anlattığımız bu beş proje ile gerçekleşir.


Yunus Meselesine Bir Ek


Bu garip ve anlaşılmamaktan muzdarip kardeşiniz, mütevatir dini metinler olan Tevrat, İncil ve Kur’an’a göre, insanlığın evrensel ve ontolojik karakterine göre, mucize kokan Yunus serüvenini yazınca çok değer verdiğim bir iki arkadaşım, “Bu şekil, Kur’an’daki ve Peygamberler Tarihindeki izahlara aykırıdır” dediler. Ben Hayır! dedim. Mütevatir metinler esastır, diğer bilgiler ise evrenselliği anlaşılmayan ve kişiselleştirilen ve hurafeye dönüştürülen ve dinsizliği haklı çıkartan bilgilerdir. Tarihin bize akıttığı toz ve dumanlardır. Mütevatir vahiy metinleri gibi pırlanta ve mücevher değiller, dedim.



İşte size ilave notlarım:


1) Tarihen sabittir ki; dinin bu evrensel bilgileri, tarih dersi olarak değil de, ders alınacak prensipler ve evrensel mesajlardır.


Öyle ki; Hz. Ömer ve Hz. Ali, kıssaların bu evrensel manalarına aykırı olarak, hayallerle, hikâyelerle o prensiplerin arasını dolduranlara karşı gelmişler; böyleleri cezalandıracaklarını söylemişler.


2) İşte Peygamberler Tarihi dediğimiz kitapların aslı, bu hikâyelerden doldurulmuş hurafeler ve asılsız hayallerdir. Dinsizleri haklı çıkartan birer çöküntü ve cehalet ilaveleridir. Çünkü tarih, sağlam bilgi ve belgelerden oluşan bir ilimdir. Hurafe ve hikâye değildir.


3) Bütün Kur’an’da gözlendiği gibi; Kur’an, Tevrat ve İncil’in metinlerini tenkit etmiyor. Tam tersi, onlara uyanları “ Neden doğru anlamıyorsunuz, bu evrensel gerçekleri yaşamıyorsunuz?! ” diye uyarıyor. Hadislerde de, “ Yunus buralarda ibadet etmiştir ” diye, o bölgenin asırlar öncesinden kutsal ve mübarek olduğuna, insanlık medeniyetinin o bölgede başladığına işaret ediyor.


4) Evet insan nevi (türü) birçok yanlış yapmasına rağmen geneli iyidir, dindardır, medenidir. Ontolojik evrimini, aksaklıklarla dahi olsa, tamamlamıştır. İşte Yunus kıssasının aslı bu realitenin şu iki yönlü gerçeğini dile getirir. Kesinlikle geçmişte olmuş bitmiş bir şey değildir.

Evet, âdem kavramı bu gelişmenin ilk dönemlerini temsil ediyor. ( Kitaplarımızda gösterdiğimiz gibi )… Yunus kavramı ise, bu gelişmenin son dönemlerini temsil ediyor ve bu gerçeği anlatan Tevrat metni de, Kur’an metni de mucize ve evrenseldir.


Evet, eğer insanlık, evrensel değerlerine tam sahip çıksa, onları anlasa, dinsizleri haklı çıkartacak yanlış malzemelerden kurtulur. Ve eğer dindarlar, kendi kutsal kitaplarına sahip olsalar, Müslümanlar, ehl-i kitabı dışlamazsa ve ehl-i kitap, Müslümanları kafir görmezse, dünya ekolojik bir Cennet olur. Yılda, savaş ve öldürme için harcanan beş trilyon doların sadece onda biriyle bütün fakirlik ve diğer dünya sorunları çözülür. Dünya, Mesih, İsa ve Mehdi çağını yakalamış olur; mukadder olan kıyamet ve felaketler geciktirilmiş olur. Dünya yeni ve medeni bir köy, bir şehir olarak, Allah’a, sonsuzluğa karşı ödevini yerine getirmiş olur.


5) İşte Kur’an’ın 4 suresinde geçen Yunus kıssasının evrensel ayetleri:


“ Keşke, bu kâfir toplumlar, azap kendilerine gelmeden önce, iman edip imanları kendilerine fayda verseydi! Yunus toplumu hariç… Onlar iman edince, onlardan rezillik azabını giderdik. Ve belli bir süre onları yaşattık.” (Yunus, 98)


“ Balık (nefis) bilincine sahip olan Yunus’u da an.! yaşa!..”


“ O, (emrimize göre değil de) keyfine göre gitti. Kızgın olarak… Onu sıkıştırmayacağımızı sandı. İşte bunun üzerine, karanlıklar içerisinde bize şöyle yalvardı:


Ey Rabbim, Senden başka Tanrı yok ki; ( benim için gelecek şu karanlıkları aydınlatsın… ) Ben seni tesbih ediyorum. ( Her şey kusursuz ve güzeldir. ) Ben kendime zulmettim. ( Yani kusurlar ve eksiklikler, bir canavar balık olan nefsimden dolayıdır. )”


“ Biz de onun duasını kabul ettik. Onu bunalımdan kurtardık. Biz gerçekten müminleri böyle kurtarıyoruz.” ( Enbiya; 87–88 )



Bu iki ayetten çıkan sonuç:


Yunus’un kızgınlığının sebebi, Ninova’nın onu dinlememesi değil de, onun görevi almak istememesidir.


B. Said Nursi, Birinci Lem’a’da bu ayeti aynen bu şekilde tefsir etmiştir.


Ve ayet işin evrenselliğine işareten, “ Müminleri de böylece kurtarıyoruz ” diyor.


Ve gerçekten, suçundan dolayı, iyi tarafları göz önünde bulundurulup, tam ve yok edici bir azaptan kurtulan sadece Yunus milleti (insanlık) var.



Diğer Ayetler:


“ Yunus da gerçekten, bir evrensel bilgi ve misyondur. ( Siz o evrensel misyondan sorumlusunuz! ) ”


“ Hani, efendisi olan Allah’tan kaçıp da, dopdolu olan ( sosyal hayat ) gemisine girdi.”


( Tevrat’ın ifadesine göre, ücret ödeyerek girdi. Evet, sosyal hayatta her şey bir ücrete bağlıdır. )


“ Dünya gemisi onları tam taşıyamadı. Kurtulmak için kura çekildi. Yok olma kurası ona çıktı. Bunun üzerine balık (nefis) onu lokma gibi yuttu. O ise kendini kınayarak bekledi. ”

“ İşte eğer müsebbihlerden olmasaydı ( kendisini, çevresini, inancını temizlemeseydi ) kıyamet gününe kadar, o nefis ( düşük ve maddi ve gelişmemişlik ) ortamı içinde kalacaktı.”


“ Fakat biz ona zor da gelse, onu dünya çölüne attık. Ve üzerine kabak ( ekoloji ) ağacını bitirdik. Onu yüz bin ve daha fazlası olan şehirlere elçi olarak gönderdik. Onlar da inandı. Biz de onları belli bir süreye kadar yaşattık.” ( Saffat; 139,147)


Demek Ninova’ya gidişi daha sonradır. Ve kızgınlığının sebebi, görevden kaçmasıdır.



Kalem suresinden…( Ayet 48–50)

( Vahyin başladığı günlerde inmiştir. )


“ Sen ey Muhammed, bu Peygamberlik görevinde sabret! Balığın sahibi gibi olma; çünkü o sıkıntılar içinde bize yalvardı, biz onu öylece kurtardık.”

“ Eğer Rabbinden ( vahiy ) nimeti ona ulaşmasaydı, o dünya içinde sefil ve kınanmış ( gelişmemiş ) olarak kalacaktı.”


“ Fakat Rabbin onu ( vahiy ) ile seçti. Onu yararlı olanlardan yaptı.”

Ne yazık ki, bütün insanlar bu sonsuz nimet karşısında kaybeden iki gruba ayrılmıştır. Mukadder gelişmelerini durdurmuşlar.


1. Grup; bu bilgileri, asla anlaşılmayacak hurafelere çevirmiştir.

2. Grup da; bunları tamamıyla inkâr edip, dünya çölünde sarhoş sarhoş geziyorlar.


Bahaeddin Sağlam

28. 10. 2007


No comments:

Post a Comment